Header Ads

Biden, Trump’ın İsrail politikasını nasıl revize edecek?

Dünya genelinde yansımaları büyük olan ABD Başkanlık Seçimini büyük bir merakla takip eden ülkelerin başında İsrail geliyor. Ülkenin inatçı Başbakanı Binyamin Netanyahu kısa bir zaman diliminde (9 Nisan 2019 ile 2 Mart 2020 aralığında) yaşadığı üç farklı genel seçime ve birçok entrikaya rağmen koltuğunu -şimdilik- muhafaza etmeyi başardı. Ülke içi muhalefet tarafından ABD’deki Cumhuriyetçi blokla fazla angaje olduğu iddiasıyla suçlanan Başbakan Netanyahu’nun, ABD seçimlerini çok büyük bir dikkatle takip ettiğini söylemek pek de spekülatif bir tahmin olmayacaktır. 
Benyamin Netanyahu ve Biden
Benyamin Netanyahu ve Biden

Her ne kadar resmî olarak açıklanmasa da seçimi Demokrat Parti adayı Joe Biden’ın kazandığının fiilen netleştiği dünya kamuoyunda kabul edilmiş durumda. Biden’ın eşi benzeri görülmemiş Trumpizm döneminin ardından nasıl bir dış politika ajandasına sahip olacağı gündemin yeni maddesi olarak karşımıza çıkıyor.

Biden dönemine dair projeksiyon yapan analizlerin mutabık kaldıkları nokta, dış politikada keskin bir dönüşümün gelmekte olduğu yönünde. Bu muhtemel değişimle en çok ilgilenen ülke liderlerinin başında ise Binyamin Netanyahu geliyor.

Obama’nın mirası Biden yönetimini ne kadar etkileyecek?


Yeni Demokrat Parti dönemine dair değerlendirmeler yapmadan önce Biden’ın yardımcılığını yaptığı 44. Başkan Barack Obama devrini de (2008-2016) masaya yatırmak gerekiyor. Dört yıllık bir aranın ardından benzer politik anlayış ve kadrolarla yola çıkacak olan Biden’ın, Obama döneminin mirasını ne ölçüde benimseyeceği en yol gösterici ipuçlarından olacaktır.

Obama ve Trump yönetimlerinin dış politikadaki en temel farklarının başında dış politikayla iltisaklı meselelerde izlenen siyaset biçiminin farklı olması geliyor. Büyük bir değişimin sancaktarı olma beklentisiyle göreve başlayan Obama’nın dış politikadaki öncelikleri arasında dünya genelinde ihtilaflı tarafları uzlaştırma stratejisi geliyordu. Tarihin en kadim sorunlarından olan Filistin-İsrail meselesi de öncelikli dış politika gündemleri arasında yer aldı. Ancak yüksek kredisi ve kamuoyu desteğine rağmen Obama, bölgeye vaat ettiği pozitif değişimi getiremedi. Filistin yönetimiyle genel olarak iyi ilişkiler kurulsa da bu durum yapısal bir çözüme tahvil edilemedi.

İsrail özelinde, Trump dönemi boyunca devam eden “balayından” farklı olarak Obama ve Netanyahu yönetimleri arasında yaşanan gerilimi canlı tutan iki temel konu oldu: İsrail yönetiminin işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yasadışı yerleşimleri inşa etmede ısrarcı tavrını her koşulda sürdürmesi ve İran’la 2015’te yapılan nükleer anlaşma. Biden da Obama’nın politikalarına paralel olarak yasadışı Yahudi yerleşimlerine karşı tavır alacağını ve İran’la anlaşma zemini arayacağını taahhüt etti.

Sekiz yıllık Obama döneminde Filistin cephesinin mağduriyetini sona erdirecek, statükoyu bozacak ezber bozan somut bir aksiyon alınamadı. Yerleşimlerin inşasını kalıcı bir şekilde önleyemeyen Obama, görevi devretmesine günler kala 23 Aralık 2016’daki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) oylamasında İsrail aleyhine çıkan kararı veto etmeyip, yerleşim faaliyetlerinin durdurulmasını isteyen kararın çıkmasına katkı sağladı. Ancak bu karar kınamanın ötesine geçemedi. Karar İsrail cephesinde tepkiyle karşılansa da günler sonra göreve başlayacak olan yeni Başkan Donald Trump yaralarına fazlasıyla merhem olacaktı.

İronik bir şekilde Obama’dan beklenen radikal hamleler aksi istikamete yönelecek şekilde (Filistinlilerin hakları yok sayılmak pahasına) Trump döneminde devreye sokuldu. Taraflar arasında kalıcı sulhu sağlayacak umut olarak görülen Obama’dan geriye Netanyahu hükümetiyle yaşadığı kişisel husumet ilişkisi kaldı.

Obama döneminde başkan yardımcısı olan Joe Biden, İsrail dostu bir politikacı olarak biliniyor. Daha önce yaptığı bir açıklamada, 1973’te ilk kez ziyaret ettiği İsrail’de dönemin başbakanı Golda Meir’la tanışmasının, siyasi kariyerinin en önemli görüşmelerinden biri olduğunu söylemişti. 2015’te yaptığı bir konuşmada da ABD’nin “kutsal vazifelerinden” birinin de “Yahudilerin anayurtlarını korumak” olduğunu ifade etmişti.

ABD’de Demokrat ve Cumhuriyetçi parti kanatlarının temel olarak İsrail dostu bir çizgide oldukları söylenebilir. Her ne kadar Demokrat Parti’nin mevcut yönetiminde “progresif (ilerici) kanat” olarak da adlandırılan ve ihtilaflı konularda İsrail’in mevcut politik duruşuna epey mesafeli olan (ve Vermont Senatörü Bernie Sanders’ın başını çektiği) bir damar olsa da, iş icraata gelince Joe Biden ve ekibi daha dengeli bir yaklaşıma sahip olacaktır. Biden yönetiminin, temel meselelerde İsrail cephesinden atılan tek taraflı adımlara set çeken ve tarafların işbirliğine kapı aralayan bir pozisyonda olması en rasyonel tahmin gibi duruyor.

“Damat doktrini” sonrası ilişkiler


Trump döneminde, başkanın damadı ve danışmanı olan Jared Kushner’in lokomotifliğinde yürütülen icra dozu yüksek stratejik çerçeve neticesinde İsrail cephesi uzun yıllardır beklediği edinimlere kavuştu. Dönem içinde Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul edilmesi, İsrail’in Batı Şeria’da inşa ettiği yeni yerleşimlere göz yumulması ve Filistin yönetimine yapılan para yardımlarının kesilmesi gibi pek çok hamle, Netanyahu’nun hayallerini süsleyen adımlar olarak kayıtlara geçti.

Yeni dönemde merakla beklenen konuların başında Arap ülkelerinin İsrail’le normalleşme sürecinin nasıl devam edeceği sorusu var. Bu stratejinin sonucunda şu ana kadar Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn ile normalleşme anlaşmaları imzalandı. Biden yönetiminin atılan bu adımlara yaklaşımı pozitif. Biden, BAE’yle ilişkilerde atılan normalleşme adımlarını “cesur ve ihtiyaç duyulan bir devlet adamlığı hamlesi” olarak nitelendirmişti. Bu konuda en gerçekçi varsayımın, İsrail devletinin Trump döneminde elde ettiği bölgesel meşruiyete Biden kanadının da destek vereceği ve somutlaşan bu momentumu (Suudi Arabistan, Umman gibi) körfez ülkelerinde de devam ettirmek isteyeceği öngörülebilir.

Biden’ın ABD elçiliğini yeniden Tel Aviv’e taşıması ise pek muhtemel gözükmüyor. Biden, 1995 yılındaki bir senato oturumunda ABD elçiliğinin Kudüs’e taşınması teklifine şifahen destek vermişti. Buna karşılık olarak yeni Washington yönetiminin, Trump döneminde kapatılan ve Filistinlilere de hizmet veren Kudüs Başkonsolosluğunu yeniden açabileceği belirtiliyor. Yine aynı şekilde iki senedir kapalı olan Washington’daki Filistin misyonunun yeniden açılması da diplomatik tıkanmayı aşma noktasında katkı sağlayacaktır. Biden kanadının atacağı en somut adımlardan biri de Filistin yönetimine yapılan ekonomik yardımları (Trump bunları da geri çekmişti) geri getirmek olacaktır.

İsrail’de bazı uzmanlar Biden’ın seçilmesinin İsrail için orta ve uzun vadede daha olumlu olacağını düşünüyor. Bu fikrin altında, Biden döneminde ABD-İsrail ittifakının uluslararası prestijinin daha yüksek olacağı ve olası Netanyahu sonrası iç politik iklimde bu ortaklığın daha kalıcı kazanımlara evrileceği düşüncesi yatıyor. Netanyahu’nun yeni yılın başlarında devam edecek olan mahkeme süreci ve İsrail iç siyasetindeki hükümet krizinin kırılgan bir koalisyonla tedrici bir çözüme ermiş olması da siyasi arenada orta vadede farklı yüzlerin sahne alma olasılığını gündemde tutuyor.

Trump döneminin mirası: İki devletli perspektifte eksen kayması


Filistin ve İsrail arasındaki en hayati sorun olarak karşımıza çıkan realite ise İsrail’in 1967 öncesi sınırlara dönmeyi kabul etmemesi. Altı gün savaşı (1967) sonrasında Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ün İsrail tarafından işgal edilmesiyle başlayan süreç, yasadışı inşa sürecinin hız kesmeden devam etmesiyle gittikçe derinleşen bir sorun halini aldı.

BM kararları başta olmak üzere uluslararası hukuka göre, İsrail’in işgali altındaki Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da inşa ettiği Yahudi yerleşimleri yasa dışı olarak kabul ediliyor.

Ancak tüm bu hukuksal çerçeveyi göz ardı eden Trump ekibinin şapkasından çıkan tavşan “Yüzyılın Anlaşması” oldu. Anlaşma metni, “bağımsız bir Filistin devleti” olgusunu ıskartaya çıkarıyor ve İsrail devletinin şemsiyesi altına giren Filistin halkını ekonomik açıdan sunulan mali havuçlarla ikna etmeyi vaat ediyor.

Biden’ın geçmiş karnesine bakıldığında iki devletli çözüm önerisine destekleyici bir tutuma sahip olduğu görülüyor. Nitekim hem Biden hem de yardımcısı Kamala Harris, iki devletli çözümün destekleyicisi olduklarını kampanyaları sırasında da yenilemişti.

Trump kendinden önceki tüm ABD yönetimlerinin adeta içtihat teşkil eden politikasını bir kenara koyarak, geçen yıl Mart ayında işgal altındaki Golan Tepeleri’ni “İsrail toprağı” olarak gören kararı imzalamıştı. Trump yönetimi, yine benzer bir şekilde işgal altındaki Batı Şeria’da yer alan Yahudi yerleşim birimlerini “yasa dışı görmeme” kararını da Kasım 2019’da almıştı. Ancak bu tek taraflı ve dayatmacı politikalar, uluslararası hukuka aykırı olduğu gibi dünya kamuoyunda da tepki gördü.

Biden yönetiminin yasadışı yerleşimlerde yapılan inşaatlara karşı baskıyı arttıracağı yönünde genel bir beklenti bulunuyor. Ancak Obama döneminde tedrici olarak fayda sağlayan bu söylem siyasetinin kalıcı çözüme tahvil edilmesi zor görünüyor. Son olarak İsrail’de, Biden’ın henüz resmi olarak görevine başlamaması fırsat bilinerek Doğu Kudüs’te bulunan Ramat Shlomo Yahudi yerleşim biriminde 108 yeni konut inşa edilmesi planı onaylandı. Bu hamle, Biden yönetiminin getireceği yerleşim faaliyetlerini kısıtlama politikasına karşı bir ön alma girişimi olarak yorumlanıyor.

Odadaki fil: İran

ABD’de yaygın kullanılan bir deyim olan “the elephant in the room”, yani odada olmasına rağmen görmezden gelinen büyük sorun ABD-İsrail ilişkilerinde uygun bir metafor olarak karşımıza çıkıyor. İki ülke arasındaki tüm diyaloglarda İran realitesi, aleni ya da zımni olarak tarafların politikalarına tesir ediyor. Obama döneminde hazırlanan ve diplomatik bir zafer olarak lanse edilen İran Nükleer Anlaşması, İran’la gerilimi daha barışçıl bir zemine taşımayı amaçlamış ve müzakere sanatının sorun çözücü misyonunu yeniden gösteren bir model olarak sunulmuştu. Ancak Trump yönetimi 2018 yılında anlaşmadan çekildiğini açıkladı, İran’a karşı ekonomik yaptırımları tatbik etmeye devam etti ve son olarak Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’ye suikast düzenleyerek diplomatik çözüm odaklı olmayan aksiyonlar silsilesine imza attı. ABD’nin ekonomik yaptırımları İran ekonomisine büyük zarar verse de ana hedef olan, İran’ın nükleer programı dahilinde uranyum stoku zenginleştirmesinin önüne geçemedi.

Biden cephesi, masaya dönmeyi ve nükleer anlaşmayı yeniden devreye sokmayı vaat ediyor. Bu muhtemel hamlenin İsrail’de mevcut yönetimin kaşlarını yeniden kaldıracağını öngörmek yanlış olmaz. İki ülke ilişkilerinde uyuşmazlığın ayyuka çıkacağı konu İran ve olası yaptırımlar olacaktır.

Sonuç

ABD ile İsrail arasındaki müttefiklik ilişkisi siyasal aktörlerin de ötesinde yapısal bir derinlik taşıyor. Netice itibariyle ABD siyasetinde aktörlerin yaklaşımı değişse de İsrail’i önceleyen politikaların mevcudiyeti değişmiyor. Trump döneminde atılan tek taraflı, bir tarafı yok sayan uygulamaların Biden döneminde atılmayacağını tahmin etmek kolay olsa da işbirliğine dayalı yeni politik ajandanın yapısal bir değişime yol açacağını söylemek de fazla iyimser bir öngörü olacaktır.

İsrail tarihinin en uzun süreli başbakanlık yapan ismi olan Netanyahu Demokrat başkanlar Bill Clinton ve Barack Obama ile de çalışmıştı. O dönemlere nazaran bugün fark ise, Netanyahu’nun mevcut siyasi pozisyonunun daha zayıf ve kırılgan olması. Haftalardır ülke çapında devam eden protestolar ve güven veren bir koalisyonun işbaşında olmaması Netanyahu yönetimini zora sokuyor.

Netanyahu’nun resmi Twitter hesabının arka planında Trump’la birlikte çekilmiş bir fotoğraf bulunuyor. Netanyahu’nun önümüzdeki dört yılın sonunda bu mutlu fotoğraf karesini Biden’lı versiyonuyla değiştirmesi ise pek mümkün gözükmüyor. Daha geleneksel kodlara sahip olan Biden’ın İsrail’le ilişkilerde Trump döneminin bazı kazanımlarını içselleştirip, Filistin cephesiyle de daha sıcak bir diyalog sürecine girmesi en öngörülebilir senaryo olarak karşımıza çıkıyor.
Blogger tarafından desteklenmektedir.